İlzam etmek ne demek hukuk ?

Sevgi

New member
“İlzam Etmek Ne Demek Hukukta? Bir Kavramın Ötesinde, Bir Toplumun Aynası”

Selam dostlar,

Bu akşam sizlerle biraz farklı ama bir o kadar da derin bir konudan söz etmek istiyorum. Hukuk terimleri bazen soğuk, uzak ve karmaşık gelir bize. “İlzam etmek” de öyle bir kelime. Ama ben bu kelimenin ardında, adaletin nabzını, insan ilişkilerinin dinamiklerini ve hatta toplumsal cinsiyet rollerinin izlerini görüyorum.

Bugün “ilzam etmek” kavramını sadece hukuki yönüyle değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet merceğinden birlikte tartışalım istiyorum.

---

“İlzam Etmek” Nedir?

Hukukta “ilzam etmek”, bir kişiyi bağlayıcı bir şekilde yükümlülük altına sokmak, bir kararla, beyanla veya eylemle onu sorumlu hale getirmek anlamına gelir.

Kısaca: bir kişi bir şeyin “ilzamı altındaysa”, artık o konuda sorumludur, geri dönüşü yoktur.

Ancak mesele sadece hukuki değil, insani bir yön de taşır. Çünkü hepimiz bir şekilde birbirimizi “ilzam” ederiz.

Bir sözle, bir vaatle, bir ilişkiyle...

Bazen farkında bile olmadan birini bir sorumluluğa, bir duyguya ya da bir beklentiye bağlarız.

Ve işte burada, toplumsal cinsiyet rolleri devreye girer.

---

“Kadınların İlzamı: Empatinin Yükü”

Toplumda kadınlar çoğu zaman “duygusal sorumluluk” altına ilzam edilir.

Birçok kadın, istemese de, başkalarının duygularını taşıma, ilişkileri koruma, ortamı yumuşatma görevini yüklenir.

Tıpkı bir sözleşmeye imza atmış gibi, sanki “ben hep anlayışlı olacağım, ben hep sabredeceğim” diye bağlayıcı bir yükümlülüğe girmiş gibidir.

Bu, görünmeyen bir ilzamdır.

Hukuken değil ama kültürel olarak, kadınlardan beklenir.

Bir eş, bir anne, bir çalışan ya da bir lider olarak… Kadın, çoğu zaman empatisinin altında ezilir; çünkü toplum onun duygusal emeğini bedelsiz bir sorumluluk gibi görür.

Ama ilzam, her zaman adil değildir.

Bir kadını sürekli “duygusal taşıyıcı” konumuna zorlamak, onu insan olarak değil, sistemin dengesini koruyan bir araç olarak görmektir.

Oysa adalet, herkesin sorumluluğunu özgürce seçebilmesinde başlar.

---

“Erkeklerin İlzamı: Gücün Bedeli”

Peki ya erkekler?

Onların ilzamı da farklıdır ama bir o kadar baskıcı.

Toplum onlara, “koruyucu ol, güçlü ol, ağlama, çözüm bul” der.

Yani erkekler de “akılcı çözüm üretme yükümlülüğü” altına ilzam edilirler.

Bir erkek hata yaptığında bu sadece kişisel bir mesele değildir; hemen “güçsüzlük”, “yetersizlik” etiketleriyle yargılanır.

Bir baba evde duygusal destek aradığında “zayıf”, bir erkek iş yerinde hata yaptığında “liderliğe uygun değil” denir.

Bu da bir tür ilzamdır: güç göstermek zorunda bırakılmak.

Erkekler çoğu zaman empatiyle değil, mantıkla yaklaşmaya zorlanır.

Ama bu da bir adaletsizliktir; çünkü insanın bir yanı her zaman duygu taşır.

İlzam, sadece kadınları değil, erkekleri de duygusal zincirlerle bağlar.

---

“Hukukun Gölgesinde Sosyal Adalet”

Hukukta ilzam, bir sözleşmenin taraflarını korur; adaletin temelini oluşturur.

Ancak toplumda bu kavram, eşit olmayan güç ilişkileri içinde farklı işler.

Bazı kesimler —kadınlar, LGBTİ+ bireyler, etnik azınlıklar, yoksullar— sistem tarafından haksız bir biçimde “sorumluluk” altına sokulur.

Yani onlar, hiç imzalamadıkları bir toplumsal sözleşmenin tarafıymış gibi görülür.

Mesela:

Bir kadın tacize uğradığında “neden oradaydın?” diye sorulur.

Bir azınlık grubu ayrımcılığa uğradığında “belki de yanlış anlaşıldı” denir.

Bir işçi hakkını aradığında “sabretmelisin” denir.

İşte bu da toplumsal bir ilzamdır:

Güçsüzün üstüne yük bindirmek, güçlüden yükü almak.

Sosyal adalet, bu asimetrik ilzamları fark edip düzeltmekle mümkündür.

Yani kimse, doğduğu kimlik yüzünden görünmez bir sözleşmeye mahkûm edilmemeli.

---

“Kadınlar Empatiyle, Erkekler Analitiklikle Denge Kurabilir Mi?”

Belki de çözüm, bu farklı yaklaşımların çatışmasında değil, buluşmasında yatıyor.

Kadınların empati gücüyle, erkeklerin çözüm odaklılığı birleştiğinde adalet daha yaşanabilir hale gelir.

Birinin sezgisi, diğerinin sistematiğiyle güçlenir.

Bir kadın “ne hissedildiğini” anlatırken, bir erkek “ne yapılabileceğini” düşünebilir.

Toplumun da böyle bir diyalog içinde olması gerekmez mi?

Empatiyle çözümün, duyguyla mantığın el ele verdiği bir hukuk ve adalet anlayışı...

Belki de gerçek adalet budur: herkesin ilzam edilmeden, kendi sesini özgürce duyurabilmesi.

---

“Forumdaşlara Düşünme Alanı”

Peki siz ne düşünüyorsunuz dostlar?

Hiç farkında olmadan birini ilzam ettiğiniz oldu mu?

Bir sözünüzle birini yükümlü, borçlu ya da sorumlu hissettirdiniz mi?

Ya da toplumun size biçtiği roller yüzünden, hiç istemediğiniz bir yükü taşımak zorunda kaldınız mı?

Kadınlar, empatiyle adaleti daha insani hale getirirken…

Erkekler, analitik düşünceyle bu adaleti nasıl sürdürülebilir kılabilir sizce?

Ve en önemlisi:

Sizce toplumda “ilzam edilmeyen”, yani gerçekten özgür bir birey olmak mümkün mü?

---

“Son Söz: Adalet, İmzalanmamış Sözleşmelerin Ardında”

“İlzam etmek” sadece bir hukuk terimi değildir;

bu, toplumun birbirine yazdığı görünmez sözleşmelerin adıdır.

Bir kadına “fedakâr ol,”

bir erkeğe “güçlü ol,”

bir çocuğa “itaat et,”

bir azınlığa “sus” dendiğinde, aslında herkesin özgürlüğü biraz daha kısıtlanır.

Oysa gerçek adalet, kimin hangi rolü oynadığına değil, herkesin kendi rolünü seçebilme hakkına bağlıdır.

Hukukta da, hayatta da adil olan, kimseyi istemediği bir yükün altına sokmamaktır.

Belki de asıl soru şu olmalı:

Biz kime, neyi, hangi hakla ilzam ediyoruz?

Ve en önemlisi…

Bu toplumda kimlerin sesi hâlâ “bağlayıcı” değil?